Gökçebağ’ın dört mevsimi tuvalde

Yazar İbrahim Karaoğlu, Yalçın Gökçebağ’ın ‘Geçmiş Uzun Sürer’ sergisine ilişkin aynı adlı bir kitap yayımladı. Karaoğlu, “Okumalarımı, Gökçebağ’ın yaşamındaki önemli evreleri ve mevsimleri esas alarak yaptım” diyor.

Kırsal yaşamdaki doğa insan ilişkilerini en ideal biçimlerle, ayrıntılarla, şiirsel bir görsellikle sunan; çağdaş resmimizin önde gelen ressamlarından biri Yalçın Gökçebağ. Sanatçının 60 yılı aşkın sanat hayatı boyunca, farklı dönemlerine ait yapıtlarının yer aldığı ‘Geçmiş Uzun Sürer’ adlı retrospektif sergisi İş Sanat Kibele Sanat Galerisi’nde açıldı. Sergi 26 Temmuz’a kadar devam edecek. Bu sergi bağlamında, İş Bankası Kültür Yayınları, sanat yazarı ve küratör İbrahim Karaoğlu’nun metnini yazdığı ‘Geçmiş Uzun Sürer’ adlı kitabı yayımladı.

Yazar Karaoğlu ile ressam Yalçın Gökçebağ’ın sanatı ve sergi kitabı üzerine söyleştik.

Yalçın Gökçebağ sanatı ile tanışıklığınız ne zamana dayanıyor?

Yaklaşık kırk yıl önce, İzmir’de yaşadığım dönemlerde. İzmir Vakko Sanat Galerisi’ndeki ilk İzmir sergisinde. Yalçın Gökçebağ o yıllarda çok önemli ödüller almış, resimleri eleştirmenlerin ve sanatseverlerin beğenisini kazanmış, tanınan bir ressamdı. İzmir’de sergi açacağını duyduğumda çok sevindim. Okuduğum sanat dergilerinde resimlerinden örnekler görmüştüm ama gerçek boyutlarıyla görmeyi çok merak ediyordum ve sergisinde pek çok resmini bir arada gördüğümde heyecanlandım. O güne kadar gördüğüm resimlerden farklıydı; güler yüzlü, aydınlık resimlerdi.

Büyük kentlerdeki kaotik, kalabalık, çarpık, kirli, uğultulu, içtenliksiz yaşam süreçlerinin etkin olmaya başladığı zamanlardı o günler. Pastoral alanlar azaldıkça herkes özlemeye başlamıştı doğanın en masum hallerini. İşte böyle bir dönemde; doğanın kendine özgü imgelerini, renklerini, renklerin kontrastını, yalınlığını, yalnızca kendine benzeyen hallerini tuvallerine taşıyan Gökçebağ’ın anılarıyla düğümlenmiş resimleri çok etkiledi beni.

O dönemlerde, yoğun bir şekilde resmi, heykeli, fotoğrafı tanımaya, anlamaya çalışıyordum. Sanat üzerine yoğun okumalar yapıyordum. Kitaplar ve görme biçimleri biriktiriyordum. Böyle bir dönemde başladı resmiyle olan tanışıklığımız. Yıllar sonra Ankara’ya taşındığımda daha çok gittim sergilerine. Sonra, atölyesini tanıdım. Sonra da yaklaşık otuz yıldır “Son Çarşamba” adlı özel bir dost grubunda her ayın son Çarşamba’sı buluşuyoruz…
‘Geçmiş Uzun Sürer’ kitabında seçtiğiniz eserleri neye göre belirlediniz?

Onları ben değil, Yalçın Hoca seçti. Çünkü bu etkinlik retrospektif bir sergi olduğu için kitapta da retrospektif bir sıralama oluşturdu. Ben onun resimlerini okurken bir seçim yaptım; yaşamındaki önemli evreleri ve mevsimleri esas alarak yaptım görsel okumalarımı. Bu da Gökçebağ’ın kronolojisine uydu gibi sanki.

Görsel okumanızı nasıl yaparsanız ona uygun bir yazma edimi oluşuyor. Tabii ki başka değişkenler de var, ama okuma biçimi önemli.

ÇOCUKLUĞUN RÜYALARI

Gökçebağ’ın resimlerini neden mevsimler üzerinden okudunuz daha çok?

Her mevsimin onun yaşamındaki karşılığını ve anlamını sorguladım.

Kışın sessizliği, ilkbaharın telaşı, yazın uçarılığı ve güzün hüznü unutturan sevinçleri geçiyor Gökçebağ’ın resimlerinden; zamanın penceresi düne doğru açık, çocukluğunun rüyaları giriyor içeri…

Ve onun resimlerine her bakışımda, çocuksu coşkusunu hiç yitirmeden sanatını çoğaltmış Federico Fellini’nin “Tüm sanatlar otobiyografiktir; inci, istiridyenin otobiyografisidir” söylemi dollaşıyor belleğimde.

Gökçebağ’ın eserlerinde öne çıkan en belirleyici özellikler nedir sizce?

Derin bir hafızası var Gökçebağ resimlerinin; içine girdikçe gizleriyle buluşursunuz. Hatıralarını hayalleriyle birbirine karıştırıp, metaforlara dönüştüren bir simyacı Gökçebağ. Aidiyet duygusuyla yansıttığı hafıza mekânları kişisel tarihinin, kültürünü oluşturan değerlerin anlam alanlarıdır ve bu nedenle resimleri; kendine doğru yolculuğunun alegorik peyzajlarıdır.

Nesneleri ve figürleri uzunluklarıyla, genişlikleriyle, düz yüzey görüntüleriyle; gölgesiz, uzay ve derinlik yanılsaması olmadan ancak renk varsıllığıyla, güçlü kontrastlarla sunarak yansıttığı iki boyutlu resimlerinden; renk perspektifini etkinleştirerek, ışığı, gölgeyi, uzağı, yakını ve derinliği renklerin büyüsüyle sunduğu resimlerine doğru uzanan yaratıcı serüveni; içinde hiç bitmeyen doğa ve insan sevgisinin görsel tutanakları olan resimlerinde yüklü.

Kimi sanatçılar ömürlerini, kendilerine verilmiş bir yaratıcılık zamanı olarak algılar ve yaratma cesaretlerini bitmek bilmeyen bir enerjiyle sanata dönüştürerek yaşarlar. Böyle bir sanatçı Yalçın Gökçebağ. Resim yapma tutkusu yönlendiriyor hayatının akışını. Kendi imgeleriyle, hayalleriyle duruyor resimlerinin içinde.

Görsel bir hikâye anlatıcısı aslında. Doğayla hayat arasındaki ilişkiyi renklerle biçimlendiriyor, dillendiriyor ve di’li geçmiş zamanın görsel kelamına dönüştürüyor resimlerini. 60 yılı geçti sanat serüveni. Bu retrospektif sergideki yapıtlar bize bir gerçeği fısıldıyor; geçmiş uzun sürer.
Kaynak: BirGün